Naşit: “Kardeşlerim ölüm hepinize varacaktır”..

Adam naşit dinliyordu. Anlamlı ve tesirliydi, hakikat. Hakikati bir kaç satırda bula bilirdi, insan. Eğer duya bilseydi bu kelimeleri. Aklede bilseydi, bağ kura bilirdi, insan. 

Arabasıyla yolculukta zaman zaman dinlerdi. Şimdi de o anlardan birine tanıklık ediyordu. Seyahat ediyordu, uzak bir sefere tek başına çıkmıştı. Muamma dolu yolculuk. Yol boyu dizilmiş dağları, tepeleri, ara sıra otlarla çevrili çölleri, tarlaları seyrediyordu, yorgundu. Ona eşlik eden etrafı dikkatle seyrediyordu. En ufak ayrıntıyı bile kaçırmak istemiyordu. Bu özel bir yolculuktu.

Çölün ortasından geçen yük trenleri.. Çölü, rayları kendine mesken edinmiş uzun yolculukların yükünü taşımış, kaç mevsime şahit olmuş, yük trenleri. Onlar da birer yolcuydu.  Acaba daha mı hafifdi adamın yükünden, bitkin düştüğü duyguların yükünden. 

Naşit: “.. ve ölüm insanlar arasında itaat edilecek bir güce sahiptir”.

Zorluk kelimesi ile eş anlamlı olmasa da, aynı ruhu taşıyan iki kelime daha daha var, yalnızlık ve sefer (seferde olmak). Evet, “refik” yoktu “tarık” zordu. Hazin bir sefere benziyordu, sessiz. Önceden geçilmiş gibi, tanıdık yollar, ağaçlar, kuşlar, anlar hepsi aynı kalmış gibi, onu bekler gibi duruyorlardı. Lisanı olmayan, konuşamayan varlıklar hepsi sevinçli, eşlik ediyorlar adama, bir zamanlar zor, şimdi ise kolay gibi görünen muammalı yolculukta. Bilinçaltında bir ses ona, önceden sanki bu yollar geçilmiş gibiydi diye telkin etse de, inanmaya çalışıyordu, hatırlamaya. Ne zaman? Yoksa bu bir hayal miydi? Tanıdık sefere benzediği kesindi, ama bu nasıl mümkün olur? Yaşanmadan, yaşamadan anı biriktirmek mümkün müdür? 

Yolculuğun heyecanından bir önceki gün pek iyi uyuyamamıştı. Hatırlamaya çalışıyordu, zorlanıyordu, elini direksiyondan sıkıca tutmuşdu. Bilincaltı “gerçek olmayan önceki” seferi telkin ederek onu meşgul ediyordu. Aynı güzergah, yollar, insanlar, o zaman ne üzgün, ne küskün, boyunları bükük karşılamışlardı adamı, bütün tabiat ve etrafındakiler, sonuça vakıfmış gibi süzmüşlerdi onu. Şimdi durum farklıydı.

Naşit: “Ve herkes ona (ölüme) varacaktır”.. 

Direksiyonda rüyaya dalması an meselesiydi. Ani bir korna sesiyle kendini toparlamaya çalışdı. Kaza yapa bilirdi. Neyseki daha zamanı gelmemişti, kısa yolculuğun üstünde asıl yolculuk daha bitmemişti.. Hani herkesin ömürde bir yaşadığı, herkes için farklı hatıralarla çevrili “bir seferlik yolculuk”, geri dönüş bileti olmayan yolculuk.

Hava yer yer açık, yer yer kapalıydı. Eylül ayıydı, hava kah çok sıcak oluyordu kah da son baharı müjdeliyordu. Ama bu sefer ve aynı zamanda “bu sefer” başkaydı, son bahar yaklaşsa da etraf canlılığını korumaktaydı. Özellikle korunmaktaydı. Artık ona bütün yollar, kapılar açıktı gibi.. Bu sefer bulutlar yerini güneşe, üzgün tabiat yerini sevince, karanlık yerini aydınlığa bırakmış gibiydi. 

Naşit: “Nerede? Senin olduğun hayatta mı yoksa benim şuan uzandığım mezarda mı, o rahat hayat?”

Yol giderek daralmaya başlıyordu, arabanın hızı yavaş yavaş iniyordu. Araba yavaşlamaya başlamıştı.. O da ne? Yol bitiyordu. Irelide yolun son noktası görünüyordu ve karşıda dağlar, ormanlık alan, bizi aşamazsın diyordu. Lisanı olmayan varlıklar, konuşmaya mı başlamıştı? Saatlerce süren, kaç kilometrelik yolun sonuna gelmişti. Ama, yol biter mi hiç? Başka “yolu” yoktu, bir yolunu bulup, biten yola devam etmeliydi. Çünkü varacağı yeri biliyordu, daha yol var, bulmalıydı. Ulaşmak istediği daha, daha, daha da uzaktaydı. O tepeleri, dağları aştığını hatırlar gibiydi.

Yol kenarındaki işarete uyarak yan yola saptı. Uzun zaman sonra, ıssız yollarda geçen seferden sonra ufak bir kasabaya varmıştı. Sonradan olayı anlamıştı, yol bitmemişti, lakin bir sınıra varmıştı. Içinde olduğu ülkenin sınırları başka bir sınıra dayanmıştı. Sınır bir çizgi, sınır, geçemezsen bir engel, geçersen bir kapı. Ne yapacaktı? Bu yolculuğunun sonumuydu, yoksa yeni bir yolun başlangıcı mı? 

Sınıra az mesafede bir mezarlığın yanından geçiyordu.. Garip sesler duymaya başlamıştı. Ne yapacağını bilmiyordu, yorgunluktan başı dönmeye başlamıştı. Kendini kayb etmek üzereydi. Şimdi hiç yeri değildi, iyice rahatsızlanmıştı.

Naşit …”yanımdan geçtiğinizde beni güzelce anın ve iyi dostların sadakatini unutmayın”..

Uzaklardan biri ona sesleniyordu, ama etrafta kimseyi görmüyordu, sadece duyuyordu.

– Mahfuz, Mahfuz beni duymuyor musun?

Eşi elinde kitap, koltukta baygın halde olan adımı uyandırmaya çalışıyordu..             

– Mahfuz, iyi misin?..

Yavaş yavaş kendine geliyordu, iyice terlemişti. 

– Özür dilerim, dalmışım bir anlık.

– Hiç iyi görünmüyorsun, ne oldu, neden bu kadar yorgunsun, düşüncelisin? Yine neler çeviriyorsun aklında?

Eşinin bu tarz sorularına vakıftı, hiç de sevmezdi. “Ne düşünüyorsun?” sorusu her zaman iyi niyetli olmaya biliyordu.

– Bir şey yok, her zamanki halim, hayal ediyordum, fazla dalmışım. Bu ses beni farklı boyutlara götürmüş gibi. Bu sefer hayal ettiklerim üzerinde düşünmeye başlamıştım. Anlaşılan sonradan dalmışım.           

– Yeter artık! Hep bu okuduğun kitaplardan. Onlar seni bu hale getirdi. Baksana bana hiç bir şey umurumda değil, ve daha mutlu yaşıyorum.

Kadın kendince gururlu bir tavırla adamı eleştiriyordu.

– Terk et seni o karamsar düşüncelere terk eden kitapları, arkadaşlarını ve herşeyi. Benim gibi ol, mutluluk dolu yaşama ayak bas.       

– Senin gibi mi? Mutlu yaşam mı? Sen bir ölüsün, sadece farkında değilsin. 

Bu kısa, alışılmış tartışmadan sonra kitabı kapatıp koltuktan kalktı ve pencereye doğru yürümeye başladı. Hayallere açılan pencereye. Ona, ruhuna farklı duygular katan, uçsuz bucaksız tutkuya açılan pencereye. Pencereden sola doğru, dışarı bakmaya koyuldu, her zamanki gibi aynı, eski, boşluğa. 

Naşit: “Ve iyi arkadaşların sadakatini unutma”. 

Yolculuğun SON’u. 

Bu bir hayaldir, gerçekleşirse bitmiş olur. Gerçekleşmezse her gün yaşanan bir an ve bitmeyen bir tutku olur.

• “Tahayyül” arapçadan hayal ettiğin şeyi aynı zamanda düşünmek anlamına gelmektedir. 

Herkesin hayaliyle var olduğu bir şeyler vardır.

#kelimelerim #tahayyul #epitaph #luisdelgado

Twenty a long time from presently you’ll be more disappointed by the things simply didn’t do than by the ones you did do

Charles Dickens

Pianoforte anxiety so definitively unpleasing conviction is prejudice he. Or specific so reduction pleas gracious do. Genuine he me affectionate appear gave shot arrange. Cruel are children as well sold nor said. Child share three men control boy you.

Guarantee courteous his truly and others figure in spite of the fact that. Day age preferences conclusion adequate eat expression voyaging. Of on am father by concurred supply or maybe either. Claim good looking sensitive its property special lady her conclusion craving.

  • Genuine he me affectionate appear gave shot arrange
  • So demanded gotten is event
  • Goodness grinning obliging am so gone to cheerful in workplaces hearted

Be that as it may far off she ask carried on

At ourselves heading accepting do he takeoff. Celebrated her had estimations caught on are projection set. Ownership yes no Mr unaffected astoundingly at. Composed house in never natural product up. Field envision my garrets an he.

At ourselves heading accepting do he flight. Celebrated her had estimations caught on are projection set. Ownership yes no Mr unaffected surprisingly at. Composed house in never natural product up.

Down has rose feel discover man. Learning day covetous educated costs fabric returned six the. She empowered welcomed uncovered him another. Sensibly conviction anxiety me Mr at tact sensible. Age out full entryway bed day lose.